HER CANLI BİR GÜN MUTLAKA ÖLECEK

”Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberinin güzelce izah ettiği gibi, ölüm o kadar kat’î ve zâhirdir ki, bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasıl ki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir; öyle de, bu zemin yüzü dahi acele hareket eden kàfilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Herbir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var.

İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacak hülâsası şudur: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur Kur’ân’ın sırrıyla o çareyi, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş.

Kısacık hülâsası şudur ki: Ölüm ya idam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferit ve dipsiz bir kuyudur. Veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati Gençlik Rehberi bir temsil ile ispat etmiş. Meselâ, bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirak etmiş bir piyango dairesi kurulmuş. Biz bu hapisteki beş yüz kişi, herhalde, hiç müstesnası yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar. Ya “Gel, idam ilânını al, darağacına çık” veya “Daimî haps-i münferit pusulasını tut, bu açık kapıya gir” veyahut “Sana müjde! Milyonlar altın bileti sana çıkmış. Gel al” diye her tarafta ilânatlar yapılıyor.”(Asa-yı Musa)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ölüm gerçeğinin er veya geç her canlının başına geleceğini ifade ediyor. Her yüz yılda bir kuşak ve nesil ölüyor, yerine yeni bir kuşak ve nesil geliyor. Onlar da aynı şekilde yüz yıl içinde ölüp gidiyorlar. Her canlı belli bir müddet yaşıyor ve sonra ölüyor. Ortalama bir hesapla, iki bin yıllık İstanbul, iki yüz nesli ve kuşağı mezara boşaltmıştır.

Madem ölümden kaçış yok, öyle ise, Üstad Hazretleri, “Ölüm bizden ne istiyor?” sorusuna kulak vermemizi ve bu soruyu doğru cevaplamamız gerektiğini söylüyor. Ölüm bize dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, insanların bu dünyadaki vazifesinin iman ve ibadet olduğunu ikaz ve ihtar ediyor. Bu soruyu cevaplayan Risale-i Nur’ları çokca ve sıkça okumamızı ihtar ediyor.

İman ve ibadeti hatırlatan ölüm, hayatın bu dünyada hayvan gibi zevk ve lezzetler peşinde koşup haramlara girmek olmadığını söylüyor. Ölüm, insanı en güzel ve tesirli bir şekilde ikaz ediyor.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, burada ”Dar ağacı” ifadesiyle de yine ölümü anlatıyor. Ölüm, insanların gözünde bir daragacı gibi, Mümin, Kafir ayırt etmeksizin herkesi asıp yok ediyor. Bu ölümün dış yüzü. Ölümün görünmeyen bir de içyüzü var. Bu içyüzü ölümün hakikatidir, bu hakikat ancak iman nuru ve Kur’an hidayeti ile anlaşılabilir. Yani darağacı hükmünde olan ölüme, iman nuru ile bakılır ise ölüm ebedi bir saadetin ve sonsuz bir hayatın başlangıcıdır. Müminin gözünde ölüm, insanları ebedi olarak yokluğa ve hiçliğe atan bir idam sehpası ya da dar ağacı değildir.

Kafirin gözüyle ölüm, bir hiçlik, bir yokluk, bir idamı ebedi bir daha dirilmemek üzere yok olmaktır.

Üstad Hazretleri, ölüm olayının, Mümin için ebedi bir diriliş kafir için ebedi bir yok oluş olduğuna dikkat çekerek, imanlı bakış ile küfür bakışının arasındaki farkı ortaya koyuyor. Ölümün, Mümine güzel bir aleme geçmek için basamak, kafire ise dar ağacına atılan bir adım olmasına işaret ediyor.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir