KADERE TESLİM VE TEVEKKÜL

Niçin Üstad Hazretleri, ”Benim cevabımı kader-i İlahi versin…” diyor, burada bakışımıza ne sunulmak isteniyor?

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, kendi ifadesiyle Eski Said döneminde, İslam’a hizmeti siyasetle olmuştur. Siyaseti dine alet ederek çalışmıştır. Bu konuda Tarihçe-i Hayatta hizmetleriyle alakalı bölümler bulunmaktadır. Sonra şartlar değişmiş, ülkede rejim degişikliği olmuş, dünyada dinsizlik yayılmaya başlamış, Üstad Hazretleri de,siyaseti bırakıp  Eski Said dönemini kapatıp, Yeni Said dönemine girmiştir.

Yeni Said döneminde siyasetle alakalı durumlarda tamamen tevekkül ve teslimiyet ile hareket etmiştir. Afaki meseleleri tamamen kadere havale etmiştir. Yirmi İkinci Lem’a da kendisine sorulan  soruda, siyasete temas ettiği için, Yeni Said burada konuşmaz, kadere teslimdir, diye tavrını koyuyor. Konuyu Eski Said’e havale ediyor. Üstad Hazretleri, “Benim cevabımı kader versin.” derken, “Ben bu konularda tamamen kadere teslim ve tevekkül ettim.” demek istiyor.

Risale-i Nurların, iman ve Kur’an hizmeti ile Isparta’nın  bereket yönünden, asayiş yönünden, diğer vilayetlere göre maddi ve manevi fayda sağladığına da dikkat çeken Üstad Hazretleri, “Onların çok ehemmiyetli müdafaa hakları içinde, benim gibi vazifesini bitirmiş ve lillâhilhamd binlerle şakirtler benim gibi bir âcizin yerinde çalışmış ve çalıştığı hengâmda, ehemmiyetsiz cüz’î hakkım beni müdafaaya sevk etmiyor. Bu kadar binlerle dâvâ vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvâsını kendi müdafaa etmez.” diyerek kendisi ve Risale-i Nur’ları Ispartalıların savunması gerektiğini söylüyor

“Amma şu vilâyetin milleti, umumiyetle benden ziyade beni müdafaa etmek mecburiyetleri şundandır ki, bu dokuz senedir hem kardeş, hem dost, hem mübarek olan bu milletin hayat-ı ebediyesine ve kuvvet-i imaniyesine ve saadet-i hayatiyesine bilfiil ve maddeten tesirini gösteren yüzer risalelerle çalıştığımızı ve hiçbir dağdağa ve zarar, hiç kimseye o risaleler yüzünden gelmediği ve hiçbir garazkârâne tereşşuhât-ı siyasiye ve dünyeviye görülmediği ve lillâhilhamd şu Isparta vilâyeti, eski zamanın Şam-ı Şerifinin mübarekiyeti ve âlem-i İslâmın medrese-i umumîsi olan Mısır’ın Câmiü’l-Ezher’i mübarekiyeti nev’inden, kuvvet-i imaniye ve salâbet-i diniye cihetinde bir mübarekiyet makamını Risale-i Nur vasıtasıyla kazanarak bu vilâyette, imanın kuvveti lâkaytlığa ve ibadetin iştiyakı sefahete hâkim olmasını ve umum vilâyetlerin fevkinde bir meziyet-i dindarâneyi Risale-i Nur bu vilâyete kazandırdığından, elbette bu vilâyetteki umum insanlar, hattâ faraza dinsizi de olsa, beni ve Risale-i Nur’u müdafaaya mecburdur.”

“Onların çok ehemmiyetli müdafaa hakları içinde, benim gibi vazifesini bitirmiş ve lillâhilhamd binlerle şakirtler benim gibi bir âcizin yerinde çalışmış ve çalıştığı hengâmda, ehemmiyetsiz cüz’î hakkım beni müdafaaya sevk etmiyor. Bu kadar binlerle dâvâ vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvâsını kendi müdafaa etmez.”(Lem’alar, Yirmi İkinci Lem’a)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir