KAİNATIN YARATILIŞ SIRRI

”Bak, öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki, eğer onun o nuranî daire-i hakikat-i irşadından hariç bir surette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevilhayatı zevâl ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.

Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, o matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâp etti. O ecnebî, düşman mevcudat, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretine girdi.”(On Dokuzuncu Söz, Dördüncü Reşha)

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Kainatın yaratılış sırrının anlatıldığı On Dokuzuncu Söz’de, Allah Resulü Aleyhisselatü Vesselam’ın getirdiği ”iman nuru” ve ”İslam ışığı” ile insanlığın, kainatı ve kainatta cereyan eden olayları doğru okuyamayı ve doğru anlayamayı sağladığını ifade etmektedir. Eğer, Cenab-ı Hakk, O’nu insanlığa göndermeseydi, insanlık müthiş bir karanlık ve ümitsizlik içinde kalacaktı. Efendimiz Aleyhisselatü Vessellem’den öne kainatın hali ve sonrası dile getiriliyor. Peygamber Efendimiz (asv) insanlığa ”iman ve islam” ışığını neşredip,onu insanlığa duyurup ilan etmesiyle kainatın aldığı yeni şekil anlatılıyor. Ölümü ve kabri bir hiçlik ve yokluk olarak gören insanlık, İman nuru ile, ölümü ebedi bir alemin başlangıcı; kabri ise saadeti ebediyenin bir girişi, bir kapısı olarak görüyor.Ölüm ise dost ve ahbaplara kavuşmanın bir aracı oluyor.

Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’dan önce bütün kainat, cenaze çıkmış bir ev gibi yaslı ve matemli görünürken, iman nuru ile bakarsak, o zaman kainat vazifesini bitirmiş ve asıl vatanına dönmek içindeki neşeli bir kışla gibidir. Ve her mevcut ve mahluk, Allah’ın vazifeli bir askeri ve memuru şeklindedir.

”İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.” (On Dokuzuncu Söz, Yedinci Reşha)

Vahşet, medeniyetin zıddı, kız çocuklarını diri olarak toprağa gömmek, elleriyle yaptıkları puta önce tapıp, sonra acıkınca onları yemeleri, vahşetin en ilerisidir.

Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, batıl inançlarına sıkıca bağlı ve onları koruma konusunda da son derece inatçı kavmi, İlahi nur ile kısa sürede mükemmel hale getirmiştir. Yirmiüç sene içinde 124 Bin Sahabe yetiştirmiştir. En büyük misal ise, İslamdan evvel Ömer, ve İslam’dan sonra Hazret-i Ömer (RA) dır.

İşte asrı sadetten manzaralar böyledir. İnatçı kavmin büyük çoğunluğu  İlâhî vahiy karşısında inatlarından dönmüş, hakkı kabul ederek hiçbir velinin yetişemeyeceği üstün makamlara sahip olmuşlardır.

Üstad Hazretleri bu konuyu, mahbub-u kulub, muallimi ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah diye ifade etmektedir.

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir