SADAKAT ve TAKVASI ZİRVE DE BİR AĞABEY : TAHİRİ MUTLU

     Nur Eğitim ve Kültür Platformundan kardeşlerimizin sorularını cevaplayan, Selahaddin Şafak anlatıyor : ‘’ 1969 yılının Ekim ayıydı. Bir gün Fırıncı Ağabey ( Mehmed Güleç):

      ‘’ Kardeşim eşyanı al gidiyoruz.’’ Dedi. Zaten eşyamız  ne ki o yıllarda. Bir iki parça giysilerimiz var başka bir şey yok. Hemen ceketimi giydim.

     ‘’ Ben hazırım Ağabey ‘’ dedim. Beraberce yola çıktık. Fatih Çarşamba’dan Hasekiye kadar yürüdük. Burada bir eve geldik. İçeriye girdik. Karşımızda gür kaşlı heybetli, haşmetli bir ağabey vardı. Fırıncı ağabey :

      ‘’ Tahiri Ağabey, Selahaddin kardeş bundan sonra  size hizmet edecek. ‘’ dedi. Böylece Tahiri Ağabey’in yanında kalmaya başladım. Burası neşir hizmetinin yapıldığı bir mahaldi. O sırada Zülfikar mecmuası Osmanlıca olarak basılacaktı. Biz de Halil Yürür, Sabahaddin Aksakal ve İsmail Yazıcı ile birlikte Tahiri Ağabeye yardımcı olmaya başladık. Uzun süre beraber kaldım. O dönemde küçüktük, gençtik, Tahiri Ağabeyin manevi yüceliğini, büyüklüğünün manasını tam anlamasak ta, hürmet ve muhabbetle hizmet ettik.

CELAL CEMAL SAHİBİ

Bendeki en bariz intiba, Celalla, Cemali,haşmetle unsiyeti aynı anda yaşayan bir ağabey’di. Gür kaşları altında, kesin hatlarla çevrelenmiş bir yüz ifadesi insana korku verirken, melek gibi bir sima ve konuşunca ipek gibi yumuşak bir kalb sahibi olduğu ortaya çıkıyordu. Herkese çok şefkatli davranırdı. Celalli görüntüsü altında, çok yumuşak, şefkatli bir davranışı vardı. Her anı, her duruşu ile Allah’ı hatırlatan bir takva kalesi idi.

NELER  ÖĞRENDİK

Tahiri Ağabey önce hali ile ders verirdi. Sonra ise ikaz eder, bizim Üstad Hazretlerinin talebesi olduğumuzu, Kur’an ve iman hizmeti yapan kişinin daha dikkatli hareket etmesini ders verirdi. Abdest alışı sanki bir merasime hazırlık gibiydi. Her uzvunu dikkatle yıkar, dua okur sonra öbür azasına  geçerdi. Namazları tadil-i erkanla kılardı. Ayetleri tane tane okur, tesbihatı da tane tane yapardı. Sabah namazını bir rekatta Yasin suresini, ikinci rekatta ise ya Tebareke veya Amme suresini okurdu. Beraber kıldığımız namazların lezzeti, tabiri caizse tadı hala damağımızda.

      O ne muhteşem ibadetti Yarabbi. En önemli vasfı bence Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin mazhar olduğu takva ve ubudiyetle alakalı uygulamasını biz Tahiri Ağabey’de gördük. Üstadın kendisine 1943 yılında Denizli hapsinde hediye ettiği bir cüppesi vardı. Yadiğar ve hatırası olan bu cüppe ile namaz kılardı.

Namaz, ezanı bekler herkesin abdest alıp almadığını sorar, ezanı dinler ve hemen namazı kılardık. Bazı kardeşler sünnet namazını hızlı kılarsa :

    ‘’ Keçeli! Sen  nasıl namaz kılıyorsun öyle! Biraz daha dikkatli kıl’’ derdi.

TESBİHAT

Namaz sonrası yapılan tesbihata çok önem verirdi. Hemen her zaman biraz hızlı okusam ikaz eder:

      ‘’ Kardeşim bizim başka işimiz mi ? Var.’’ Diye sorardı.

Bir gün yine tesbihat yaptık, bize şöyle dedi :

     ‘’ Kardeşim, bu büyük bir hazinenin 33 dişli bir anahtarıdır. Ne otuz iki açar, ne de otuz dördü açar.

     Tam sayısında yapmak lazım. Öyle alel usul değil, tane tane yap. Hızlı çekme. Başka bir işin mi? Var.

     Bizim işimiz bu. ‘’

Ben şimdi tesbihatı ya yalnız yapıyorum. Veya arkadaşlara yetişemiyorum. Hele mescidlerde ise ne mümkün. Allah bizi affetsin. Üstad Hazretleri de risalelerde namazı tadili erkan ile kılmayı ve namaz sonunda tesbihatı mutlaka yapmayı ders vermektedir.

DERS

Namaz ve tesbihatın arkasından mutlak ders okurduk. Kendisi risaleyi Osmanlıcadan okur ve yazardı. Bazen neşir işi yoksa ikindiden sonra da ders okurduk.

      ‘’ Kardeşim Üstad  Hüsrev ağabey ile bana latin harfi ile yazma ve okumayı yasak etti ‘’Derdi. (Daha sonra bu konunun  Şualar da bir mektupta izahını gördüm.)

1935 yılından itibaren Risale-i Nur’ları el yazısı ile çoğaltmıştır. Bu konuda çok başarılıdır. Yazdığı risaleler yüzlercedir. Çok sayıda külliyat yazmıştır.Kur’an ve iman davasının sarsılmaz bir kalesiydi. Üstadımızın bütün vasiyetlerinde adı geçmektedir.

EN ÖNEMLİ DERSİ

Kimsenin lehinde aleyhinde konuşulmasını istemezdi. Hele gıybet hiç ettirmezdi. Bir gün Tahiri Ağabey eline bir kitap aldı ve sayfalarını açtı :

     ‘’ Bak Kardaşım amel defterimiz ahirette böyle açılacak. Bakacaksınız ki, Birinci sayfa boş, ikinci

     Boş, üçüncü boş.. diyeceksiniz ki :

     ‘’ Yarabbi ! Ben bu kadar hizmet ettim, namaz kıldım. Oruç tuttum. Hani bunlar nerede ?

     O da diyecek ki size :

     ‘’ Evet sen güzel işler yaptın. Ama gıybet  ettin. Gıybet ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi amali-i

     salihayı yiyip bitirir.’’ Ve ekledi.

     ‘’ Kardeşim! Konuşma müflis olmak istemiyorsan konuşma. İşine, hizmetine bak.’’ Dedi.

Hakikaten daha sonraları anladım ki, Risale-i Nur’un en zor dersi Gıybet Risalesi zira okuyan onu uygulayacabilecek ki tesiri olsun. Yoksa oku babam oku..

HAYATINDAN HATIRALAR

Tahiri Ağabey en çok Denizli hapsini anlatırdı. Zira Denizli hapsi Risale-i Nur’un yayılmasında en önemli geçiş yerlerinden biriydi.

‘’ Denizli hapsi malum 5 Şua sebebiyle geldi. Denizli’nin Homa Nahiyesinde ele geçiyor. Denizli Baş Müdde-i Umumisi vaktiyle medrese hocası imiş. Vali’ye :

     ‘’ Efendim bunda bir şey yok. Bu ufak bir şey büyütmeyelim. ‘’ diyor.

Vali ise :

     ‘’  Yook yok bak Süfyan demiş, Deccal demiş.’’ Diyor.

Tevkifat başlıyor. Başta Üstad, Hüsrev, Rüştü ve sonra da bizleri topluyorlar. Biz Isparta’dayız, Üstad Kastamonu’dan geldi. Sonra bir sabah :

     ‘’ Sizi Denizli’ye sevk ediyoruz.’’ Dediler.

Herkes yükünü aldı, hapisten istasyona gittik. Bir vagona bizi doldurdular. 65  kişiyiz. Akşama yakın Denizli’ye vardık. Bizi hapishaneye götürdüler. İlk işimiz akşam namazını kıldık. 32 kişi bizi bir koğuşa koydular.

Hapishane tayyare gibi. İki tarafı mevkuf, hafif ceza, arkası kuyruğu ağır ceza, önü gardiyan, müdür v,s.

Sabahleyin ezan, namaz, ezkar yapar, sonra herkes elinden geldiği kadar ezkar okur duayı ise Santral Sabri Hoca yapardı.

‘’  Bunlar toplu isyancı.. şöyle adamlar.. böyle adamlar.. ‘’ diye biz hapishaneye gelmeden propagan da yapmışlar. Mahpuslar bakıyor, bunlar ezan okuyor, namaz kılıyor, yiyorlar, yatıyorlar. Bunlardan ne zarar gelecek demeye başladılar.

Bunlar,:

      ‘’ Biz de Müslümanız, bizde namaz kılalım.’’  Demeye başladılar. Onlarda namaza başladılar. Elhamdülillah o idamlıkların hepsi Kur’an öğrendi, namaz kıldı. Çoğu da beraat ettiler.

Hapishane de en çok hoşuma giden, Hazreti Üstad gece kalkar, ezkarını ve ibadetini yapardı. Çatı tek olduğu için Üstad’ın sesi duyulurdu. Ben giderdim kapının önüne, orada Üstad’ın yanındaymışım gibi olurdum. Üstad sesli okur, ben de dinlerdim. Çok istifade ettim. Elhamdülillah.

ÜSTAD’A İMAMLIK

1960 Yılı Isparta Üstadın evindeyiz. Ramazan-ı Şerifin birinci günü. Üstad :

     ‘’ Namaz kılacağız beraber.. ‘’ dedi. Biz çok sevindik. Üstad’la beraber teravih kılacağız diye. Üstad la beraber namaza durduk. Üstad, farzda imam oldu. Sünneti kıldık. Üstad :

     ‘’ Geç bakalım’’ dedi, bana.

Biz imam olduk teravih namazında Üstad Hazretlerine. Böyle onbir gün namaz kıldık beraber. Arkasında hiç teravih namazı kılamadım.  Sonra Üstad hastalandı. O zaman namazı yalnız kılmaya başladı.

ÜSTAD’IN YANINDA YERİ BAŞKA

Üstad için Tahiri Ağabey çok mühim. Diğer ağabeylere kızıyor, darılıyor, ama Tahiri Ağabey’e böyle bir tavrı yok.O yıllarda ağabeyler anlatırdı :

     ‘’ Bir kabahatimiz olduğu zaman Üstad’ın yanına biz önce Tahiri Ağabey’i gönderirdik.

Üstad da:

     ‘’ Tahiri’nin hatırı için sizi affettim.’’ Derdi.

YAZILMASINDA VE BASIMINDA ÇALIŞAN

Risale-i Nur’un ilk yıllardan itibaren yazılmasında ve daha sonra basımında çalışan ender ağabeylerden biri idi. Nur’un neşir hizmetinin ana direğiydi. Teksir yıllarında mumlu kağıda yazdığı risalelerle basım yapılmıştı.

1940 yılında Risale-i Nur iki merkezde teksir makinesi ile basılıyor. Biri İnebolu’da diğeri de Sav köyünde. İnebolu da baskı işlerini baba oğul Nazif ve Selahaddin Çelebi ağabeyler yaparken. Sav köyünde baskı işini Tahiri Mutlu Ağabey yürütmüş. O yıllarda teksir makinesini duyan Tahiri Ağabey İstanbul’a gelerek bir makine alıp, Sav’a geliyor. Bugün basit gibi görünen şey o  günün imkanları ve şartları düşünülünce nasıl bir fedakarlık, ne derece bir hizmet aşkı olduğu daha iyi anlaşılır.

Üstad bir lahika mektubunda :

     ‘’ Bin kalemli nurcu ‘’ diyor, o teksir makinesine.

YİNE BİR HATIRA

Üstad Ayet-ül Kübra risalesini yazmış. Basılacak fakat para yok. Tahiri Ağabey :

     ‘’ Üstad’ım bana üç gün müsaade ver. ‘’ deyip köyüne gider.

Bir tanıdığına gül tarlalarını satmak istediğini söyleyince adam şaşkınlıkla :

     ‘’ Tahiri sen ne yapıyorsun? Senin çoluk  çocuğun var. ‘’ der.

Tahiri Ağabey :

     ‘’ Benim çoluk çocuğumdan sana ne? Ben tarlayı satacam. Sen almazsan başkasına satacam.’’ Der.

Adamdan aldığı parayı Tahiri Ağabey Üstad’a verip Ayet-ül  Kübra’yı bastırmıştır.

Velayeti çok yüksek bir Ağabey’di. İnsan bunu hissederdi. Üstad Tahiri Ağabey için :

     ‘’ Tahiri kırk evliya kuvvetindedir. ‘’ Tahiri kutuptur.’’ Gibi ifadeleri başkasına söylemiş kendisine söylememiştir.

İhlası, yaptığı işten bir beklentisinin olmaması sırf Allah rızasını düşünmesi, mal ve canını sebil gibi Kur’an ve iman hizmetine saçması, hizmeti hayatının yegane gayesi bilip bu uğurda herşeyi yapması unutulmazdı.Bağını, bahçesini çoluk çocuğu ile beraber herşeyini Kur’an hizmetine feda etmişti.

SON VAZİFEM

Üstad’ın kendisine :

‘’ Benden sonra sizin vazifeniz Tefavuklu Kur’an’ın neşri, Risale-i Nur’un talimi olacak’’

Bütün arzusu hedefi buydu. Tahiri Ağabey son bir fedakarlık  şaheseri daha gösterdi. Tefavuklu Kur’an hazırlandı. Basılacak yine para yok. İmdada Tahiri Ağabey yetişti. Köyde kalan ne kadar malı mülkü varsa satıp bütün parasını Tefavuklu Kur’an’ın basılması için ortaya koydu. Böylece Tefavuklu Kur’an’ın basılıp Müslümanların eline ulaşmasına vesile olmuştu.

Sadakati, vefası, Kur’an ve iman hizmetindeki duruşu, Risale-i Nur’un neşri için bütün malını infak etmesi, ibadetindeki azami dikkati örnek bir hayat olarak ele alınabilir.

YİNE BİRGÜN

Bir gün Zübeyr Ağabey gelmişti. Baktık iki ağabey tatlı tatlı hizmetleri yeni gelişmeleri birbirine anlatıyor. Bir ara Zübeyr Ağabey :

     ‘’ Aman Ağabey bizi ahirette unutma ‘’ deyince.

 Tahiri Ağabey :

     ‘’  Allah sizden razı olsun kardeşim Ahirette beni sakın bırakmayın. Olduğum yerden tutun beni

     Çıkarıp yanınıza alın. ‘’ dedi.

BAYRAM AĞABEY ANLATIYOR

Ben Üstad’ımızdan Tahiri Ağabey gibi hiçbir ağabey hakkında bahsettiğini duymadım.

 Üstad :

     ‘’ Tahiri dünyada kendisini bilmesin’’ diye dua ediyordu. Yine bir gün Üstad :

     ‘’ Tahiri’’ dedi. ‘’ Azıcık kendini bilmek istermisin, bu hizmette istihdammı olunmak istersin ‘’

     ‘’ Aman ! Efendim, aman ben kendimi bilmek değil, hizmette istihdam olunmamı istiyorum’’ dedi.

Hiçbir gün Üstad’a  ‘’ Olmaz! Efendim ‘’ demedi. Tahiri dendimi ‘’ Tamam efendim’’ derdi. Her sıkıntımızda mutlaka bir çözüm bulurdu.

AHİRETE UĞURLAMA

Sadakat, sebat ve fedakarlıkta mümtaz bir insan olarak yaşayan Tahiri Mutlu Ağabey Medrese-i Nuriye de 3 Nisan 1977 günü hizmet kapısını kapatıp, saadet kapısını çalıp aramızdan ayrıldı. Zaten hayatını  ya Medrese-i Nuriye de veya  Medrese-i Yusufiye de geçirmişti.

Cenaze öğle namazına Fatih Cami’ine getirildi. Üstad Hazretlerinin hizmetkar ve talebeleriyle anadolunun her yerinden gelen muaazzam bir kalabalık cenazeye iştirak etmişti. Cenaze namazını Osman Demirci Hoca (Allah rahmet etsin) kıldırdı. Vasiyeti üzerine Eyüp Sultan Kabristanın da defnedildi. Defin işleminden sonra Rahmetli Mustafa Sungur Ağabey megafonu eline aldı. İki hatırasını anlattı.

     ‘’ Bir gün Üstad’ımızın yanında ders okuyorduk. ‘’ Benim Halık’ım bu dünyayı  bana hane yapmış,

      güneş benim lambamdır, yıldızlar elektriklerim .. ilaahir.’’ Okunurken Üstad, Tahiri Ağabey’e

     dönerek :

     ‘’ Tahiri ! Sen böyleyim diyebilirsin.’’ Dedi.

 İkincisi ise :

     ‘’ Afyon Hapsinde bazı sıkıntılar, kırgınlıklar olmuştu. Çok üzülen Üstad’ımız :

     ‘’ Ya Rab ! Yok mu benim hiç ihtilafa girmeyen talebem. ‘’ diye yalvarmış. Üstad bize :

     ‘’ İşte o zaman bana Tahiri gösterildi. Tahiri o zaman seni bir veliy-i azim, bir kutup tahayyül ettim.

     Sonra baktım ki, sen istihdam olunuyorsun.’’ Demişti.

 Hep dua ederdi. Geceleri, bilhassa seherlerde yalvarır yakarırdı. Velayeti büyük fakat kendisi   bilmeyen bir bahtiyardı.

Bir defteri vardı. Hemen herkesi oraya kaydederdi. İnşaAllah defterinde bizlerde yer almışızdır .    

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir